12 Eylül 2010

Eğitim sistemi hakkında bir anekdot...

Blogmabilgi.com blogunda açılmış bir konuya gönderdiğim yazıyı sizlerle paylaşmak istedim.
http://www.blogmabilgi.com/2010/08/anilar.html



SİZİ OKUL HAYATINIZ BOYUNCA EN ÇOK ETKİLEYEN OLAY NEDİR?

Bu soruya vereceğim cevap çok netti. Ben de kaleme almak istedim. Dönem dönem eğitim sistemi ile ilgili konu açılınca örnek verdiğim bir konudur.

94-98 seneleri arasında lise eğitimimi tamamladım. Orta eğitimimi tamamlamış olduğum 94 dönemi sonunda memleketimin önde gelen özel liselerinden birine kaydımı yaptırmışken, bir akrabamızın tavsiyesi ve yönlendirmesiyle, üniversite sınavını kazanamama ihtimaline karşı zaten kazanmış olduğum anadolu ticaret lisesine kaydımı aldırmıştım.

4. sene sonunda üniversite sınavı arefesinde doktordan alınacak bir haftalık bir istirahat ile sınavlara evde hazırlanmayı ve son düzlüğe daha hızlı girmeyi planlamıştım. Her ne kadar yapılan şey pek doğru görünmese de zaten müfredatın tamamlanmış olduğu ve bitse de gitsek havasında okul yollarının arşınlandığı son haftayı daha verimli geçirmek adına öğrencilerin başvurduğu bir yöntemdi. Her dönem 20 günlük devamsızlık hakkımızın olduğu (ilk-orta-lise) 12 senelik okul hayatım boyunca toplamda 20 gün devamsızlığım olmamıştı. Bu 12 yılın sonunda 5 günlük bir kaçamak yapmayı düşünmüştüm ve belki de hayatımı şekillendirecek sınava hazırlık yapacaktım. Bu yöndeki talebimi müdür yardımcımıza ilettiğimde aldığım cevap karşısında başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. Kulaklarıma inanamamıştım. "Sen üniversiteyi kazansan da bakalım biz sana lise diplomasını verecekmiyiz!!!" demişti. Müdür yardımcımız çok iyi tanıdığımda üslubundan ciddi olduğunu anlamıştım. Ben o lisedeki 4 sene 8 dönem boyunca 7 kez takdir 1 kez teşekkür almış bir öğrenciydim. Üniversite sınavına hazırlanıyordum ve sınavı kazanarak okulumuz adına da bir başarı kazanmış olacaktım, ki ticaret lisesi olduğunda üniversiteye pek öğrenci gönderemiyorlardı. Yıllarını eğitime adamış bir eğitimcinin bir öğrencisine bu şekilde yaklaşması, onun geleceği konusunda bu şekilde umarsız davranması ona karşı olan bütün saygımı yerle bir etmişti. Bizim mezun olduğumuz sene okulumuzdan 8 kişi kazanmış üniversiteyi, sonraki sene 2, bir sonraki sene de 1 , sonrasını bilmiyorum. Birileri çıkıp bu gidişi sorgulamış mıdır acaba? Sanmıyorum. Zaten burası ticaret lisesi, üniversitede ne işi var bu çocukların demişlerse söyleyecek sözüm yok. Zaten ilk okuldan başlayarak bizleri doğru alanlara sevk ettiler, sanata bilime yada her neye eğilimimiz varsa belirleyip o konuda yönlendirdiler ya zaten, ben de potansiyelimi bilerek ticaret lisesine kayıt yaptırdım ya zaten ne işim vardı üniversitede. Densizlik etmişim de haberim yokmuş. Aklıma geldikçe üzülüyorum. Umarım bizden sonraki nesiller daha duyarlı eğitimcilerle karşılaşırlar.

Saygılarımla,
Sedat Sözen

Karakalem yeteneğim :)

Merhabalar,
Sanata karşı olan ilgimden bahsetmişmiydim hatırlamıyorum. Yıllar önce üniversite yıllarında bir kaç karakalem çalışması yapmıştım. Acemice bir kaç çizim işte. Aslında sanat çevrelerinin illüstrasyon dedikleri şey olsa gerek bu benim yaptığım. Kısacası kopya çektim. Yada bakarak çizdim desem daha doğru olur. Neyse lafı yine uzattım. Buyrun karşınızda Hulk. Evet evet yeşil dev Hulk.


10 Kasım ve Gugıl


Bir 10 Kasım günü, sevgili gugıl yetkililerinin beceremediği bir şey yaptım, Atatürk konulu bir gugıl logosu hazırlamıştım. Şahsen hoşuma gitmişti, facebookda yayınlamıştım, burada da yayınlamak istedim. Belki gugıl bu sene hatırlar da bir logo tasarlar...

3 Eylül 2010

İnsan eğitildiği kadar insandır...-2

Anlayacağınız hala ne kadar insan olduğum konusundayım.

Önceki yazıda bahsi geçen Şerafettin amca ve günümüz gençliği hakkındaki düşüncelerinden kısaca bahsetmiştim. Ben dahil bir çok arkadaşımın ortak kanaati, konuyu biraz açmam gerektiği yönündeydi. Ben de öyle yapacağım. Dilim döndüğünce anlatacağım.

Öncelikle Şerafettin amcadan bahsedeyim. Zor şartlar altında büyümüş, yakın tarihe gerçek anlamda şahitlik etmiş, kendisini her anlamda geliştirmiş, içinde bulunduğu toplumu, hayatı sorgulayan, eğitimli, kültürlü, açık sözlü, dobra, bedenen olmasa da zihnen dinç, hoşsohbet biri Şerafettin amca. Aslında onu anlatacak daha çok kelime var ama bendeki kelime dağarcığı biraz dar olduğundan haznemdeki kelimeler kifayetsiz kalıyor.



Şimdi gelelim günümüz gençliği hakkındaki düşüncelerine. Yolda, metroda her nerede karşılaşırsa karşılaşsın gençlerle sohbet edip onların ne kadar insan oldukları üzerine testler, tespitler yapan, onların biraz daha bilinçlenmesi, kendilerini entellektüel, kültürel ve sosyal anlamda geliştirmeleri konusunda nasihatlerde bulunan biri Şerafettin amca. Ancak açık söylemek gerekirse karşılaştığı tablo karşısında oldukça kızgın. Bir yerde dinlemiştim, birine kızmamızın arkasında yatan asıl neden o kişinin bizi kızdıran haline üzülmemizmiş. Görünen o ki Şerafettin amca da günümüz gençliği için üzülüyor. Ülkemizin geleceği adına üzülüyor. Hayattan gerçek anlamda beklentileri olmayan, herhangi bir hedefin peşinden gitmeyen, asosyal, televole kültürün etkisinden kendisini kurtaramamış, dünyadaki gelişmelerden bihaber insancıkların dünyasında Şerafettin amca yine de bir umutla "belki" diyor. Belki içlerinden biri, ikisi, üçü ... varlığının bilincine varır ve kendine, ailesine, ülkesine bir gram katkıda bulunur. Belki hayatın kısır döngüsü içinde bir fark yaratabilir, kendisi için küçük ama insanlık için büyük bir adım atabilir. Belki.

2 Eylül 2010

İnsan eğitildiği kadar insandır...

Evet. İnsan eğitildiği kadar insandır. Bu sözü duyduğumda kafamda bir soru işareti oluştu. "Peki ben ne kadar insanım?"

Bu akşam arkadaşım Aykut'la klasik bir huzur turu atmak için Bursa heykelde yürüyüşe çıktık. Hem sohbet edip, hem de yürüyüş yaptığımız ve bu sayede kafamızı dağıttığımız, kendi tabirimizle huzur bulduğumuz yürüyüşler olduğu için huzur turu diyoruz.

Huzur turu sonrası bir kafede çay içmek için mola verdiğimizde ise ne ile karşılacağımız aklımızın ucundan bile geçmiyordu. Sonradan adının Şerafettin olduğunu öğrendiğimiz, ben diyeyim 70, siz deyin 80 yaşında bir amcayla sohbetin içinde bulduk kendimizi. Şerafettin amca biraz anlatıyor, biraz dinliyor arada bir de bizi can alıcı sorularıyla tuş ediyordu. Bir çemberin çapına karşılık gelen açıdan, Türkiyenin gayri safi milli hasılasına kadar, geometriden ekonomiye, edebiyattan siyasete, onun için çok basit benim için biraz karmaşık konularda sorularla iç dünyamızda soğuk duş etkisi yapan, bizi biraz silkeleyen, bir sohbetti bu. O konuştukça ben ezildim, o konuştukça ben büzüldüm, o konuştukça ben utandım. Bu, dıştan göründüğü kadarıyla basit bir sohbetti. Şahsen ben yardımcı erkek oyuncu olarak söyleyebilirim ki, aslında tam bir hayat dersiydi. Şerafettin amca o kısa sohbette ömründen alıntılarla günümüz gençliğinin ağlanacak halini gözler önüne seriyordu. Ve ben içten içe kendim için üzülüyordum. İnsan eğitildiği kadar insandır demişti Şerafettin amca. Ben ne kadar eğitebilmiştim kendimi. Ben ne kadar insandım.

Anladım ki daha okuyacağım çok kitap, alacağım çok ders var. Allah cümlemize zihin açıklığı versin...

25 Temmuz 2010

Dört Mevsim Misali


dört mevsim misali...
bir sevda...

kışında soğuktur, üşürsün, titretir...
beyaz teni sarmıştır her yanını,
o beyaza hayran kalırsın...

baharında içini ısıtır, yüzün güler,
bülbül olur, güzel nağmelerle gelir sözler,
dinledikçe dinlersin...

yazında ruhunu aydınlatır,
farkına varmadan yanarsın, canın acır,
yine de iple çekersin...

güzünde yapraklarını döker,
tek başına, kimsesiz, yalnız bırakır,
toprağını gözyaşınla ıslarsın...

bir ömür geçer, baharıyla, güzüyle,
üşürüm, canım acır, ağlarım,
bilse neleri ardımda bıraktım bir tek sözüyle,
her mevsim, bir ömür, dört mevsim, bir sevda...

Bursa - 16.05.2008

Olmaz Olsun

Yalnızlıkla var bir derdim, Hayat sensiz olmaz olsun,
Derdim olmaz, varsan derdim, Hiç dermanım olmaz olsun,
Gel boynumu sarsan derdim, Vur boynumu olmaz olsun,
Baş olmasın, sen ol derdim, Varsın başım olmaz olsun...

17 Temmuz 2010

Karma, İlahi Adalet yada herneyse

"My name is Earl" diye bir dizi vardı (hala da var galiba). Dizide anlaşılacağı üzere Earl adında bir eleman, başkalarına karşı yaptığı tüm hataları düzeltmesi halinde evrenin kendisini ödüllendireceğini düşünüyordu. Düzeltmek amacıyla bir liste hazırlıyor, tek tek listedeki kişileri bulup yaptığı hatayı düzeltmeye çalışıyordu. Zamanında çok kişinin ahını almış, aldığı ahlar aheste aheste çıkmaya başlayınca da yaptığı hataların farkına varıp, zararın neresinden dönersen kardır demiş, çalışmalara başlamıştı.

Geçenlerde bir arkadaşımda Evrenden Torpilim var adında bir kitap gördüm. Arka kapağını okuduğumda da (ki genelde bir kitap gördüğümde ilk bunu yaparım) hemen ilgimi çekti. Öncelikle kitabın arkada kapağındaki yazıyı aktarayım:



En kısa zamanda bu kitabı alıp okuyacağım. Kitaplığımda duran, alıp da okumadığım diğer 100 küsür kitaba ayıp olacak ama idare etsinler artık.

Kitabın yazarı Aykut Oğut beyin yaşadıkları sanki bir film senaryosu gibi. 150 kilo olduğu için konservatuara kabul edilmemiş. Daha dilini doğru dürüst bilmediği Amerikada bavulunu ve parasını çaldırmış, Harlemde dayak yemiş, bir gözünü kaybetmiş vs. vs. Ama pes etmemiş. Ayakta kalabilmeyi başarmış. Daha fazlasını http://www.evrendentorpilimvar.com/ adresinde bulabilirsiniz.

İster Earl'ün gözünden dünyaya bakın, ister Aykut Oğut'un gözünden, ister kendi gözlerinizden, neye baktığınız değil ne gördüğünüz önemlidir. Ve bence hayat size sadece ondan istediklerinizi verir. Hayal ettiğiniz, düşündüğünüz, belki planladığınız ama asla ve asla gerçek anlamda istemediğiniz yani kendinizi onu elde etmeye adamadığınız hiçbir şeyi alabilmeniz mümkün değildir. Yeri gelmişken kendi sözlerimden birini sizlerle paylaşayım.

"Hayallerin bildiklerin, hedeflerin istediklerin, aldıkların ise cesaret edebildiğin kadardır."

Velhasıl kelam, hayatımız boyunca karşılaştığımız zorlukların üzerimizde bıraktığı etkiler ve özellikle bu etkilere karşı verdiğimiz tepkiler, hayatımızın geride kalan kısmını şekillendirmektedir. Nasıl bir hayat istiyorsak o yönde kararlar vermeli, harekete geçmeliyiz. Özlü bir sözle konuya son vereyim.. "ne ekersen onu biçersin..."

Sağlıcakla kalın...

1 Temmuz 2010

...bir nefes


Bir nefes...
bir nefes daha aldım hayattan,
bir nefes daha yaklaştım ölüme,
bir nefes daha aldım, kattım ölümü önüme,
gittiği yere kadar...
bir nefes var sonuma...

3 Mayıs 2010

Hayat...

Herkesin hayattan bir beklentisi vardır. İyi bir iş, para, araba, ev, kariyer, mutlu bir aile, bir eş, çocuk, sağlık vs. vs.

Peki hayat bizlere bunları verirken, karşılığında hiç bir şey istemeyeceğini mi düşünüyorsunuz. O kadar saf olmayın. Elbette bunların bir karşılığı olmalı. Belki iyi bir iş için ailemizi, mutlu bir aile için evimizi, para için sağlığımızı, kariyer için çocuğumuzu feda etmek zorunda kalmışızdır. Ne demişler, her tercih bir vazgeçiştir. Ömrümüz boyunca bir çok kez yol ayrımlarına gelmişizdir. Hangi yöne gideceğimizi, hayattan beklentilerimiz şekillendirir. Burada kararın doğrusu ya da yanlışı yoktur. Verdiğin karar o anlık doğrudur, belki 5 dakika sonra yanlış.

Burada önemli olan o kararı verebilme ve sonuçlarına katlanabilecek cesarete sahip olmaktır.

30 Nisan 2010

Feyz! book


Merhaba, yine kendime has (daha ilk cümlede insan böbürlenir mi yaw) bir kelime oyunuyla başlayayım dedim yazıma. Anlayacağınız üzere konumuz facebook.

Aslında nedir ne değildir internet kullanıcısı herkes bir fikir sahibi bu konuda. Ancak benim değinmek istediğim konu "nasıl bir fikir olduğu". İnternet bağımlısı biri olarak son zamanlarda kendimi facebookta online olma zorunluluğunda hissetmeye başladım. Gerçi bu benim için pek şaşırtıcı bir durum değil, keza bir dönem önce facebook daha Ülkemiz sınırlarına girmemişken aynı şeyi Msn Messenger için hissediyordum. Bu öyle bir şey ki, her an online olmam gerekiyor. Nasıl bir bağımlılıktır yarabbim. İçkim, sigaram yoktur çok şükür, şu internet bağımlılığım da olmasa çok şugar çocuğum aslında. Neyse kısa bir reklam arasından sonra konuya dönelim.

Facebook öncesinde onlarca belki yüzlerce bu tarz girişimler olmuş, bir kısmı tutulmuş, bir kısmının ise yüzüne bile bakılmamıştı. Myspace, Netlog, Hi5 aklıma gelenlerin bazıları. Ancak hiçbiri belki de bu kadar tutulmadı. Neden? Benim şahsi kanaatim ** İnsanlar online olduklarında ne yapmak istiyorlar hepsini barındırması. Eksiği yok fazlası var cinsten. Ama hepsini birden de gözünüze sokmuyor. İstediğini alıyorsun, istemediğini yan cebine koyuyorsun.

Türk milleti olarak, genç nüfus oranının da yüksek olması nedeniyle teknolojiye çok çabuk ısınıyoruz. Bunun yanında gençlere ayak uydurmaya çalışan büyüklerimiz de bu aleme dalınca, 7 den 70 e herkesi sanal alemde gezerken görebiliyorsunuz. Misal; ilkokula bile gitmemiş, kendi çabasıyla okumayı sökmüş olan biricik annem msn de benimle görüntülü chat yapıyor :) Ayrıca kullanamadığı teknolojik alet de yoktur. Hepsinden anlar. Maşallah diyelim.

Sanal alemdeki iş fırsatlarının geçmişe oranla daha azalmış olmasına rağmen güzel fikirlerin yüksek kazançlar getirdiğini dikkate alırsak, facebooktan biraz feyz alıp saksıyı çalıştırmanın, hayatımızı o saksı içinde geçiren bir ottan öteye götüreceğini söyleyebilirim. (Off okurken yoruldum valla. Ne uzun cümleymiş.)

Neyse saat geç oldu. 02:10. Hadi bana ii geceler.


** çok sevdiğim bir abim bu cümleyi çok sık kullanır, kulaklarını çınlatayım dedim. (benim şahsi kanaatim)

27 Nisan 2010

Hoşblog ! (aklımca hoşbulduk ile blog kelimelerini harmanladım)

Çoook uzun zaman sonra bir blog yazmaya karar verdim. Sonra da farkettim ki zaten fi tarihinde bir blog açmıştım. Açmıştım açmasına ama ne kadar devam etmiştim, bir şeyler karalamıştım meçhul. Uzun lafın kısası* "geri döndüm." Artık ağzıma ne gelirse yazıcam :) Şaka şaka o biraz sıkar tabi. Yazmak istediklerimi yazıcam dersem daha doğru olur.

Bir süredir, e-sosyal platfomların çıkış noktası insan ilişkileri üzerine bir şeyler kaleme almayı düşünüyordum. Bursasporluların deyimiyle 'O sene bu sene' :) Vaktidir. Artık ben de dörtlükten paragrafa geçiş yapmalıyım.

Giriş yazımızın sonuna gelmiş bulunmaktayız. En kısa zamanda görüşmek dileğiyle...
Sağlıcakla kalın.

Not: "Uzun lafın kısası" ingilizcede "to cut the long story short" diye söylenir. İnsan söylerken bile yoruluyor arkadaşım. Bu nasıl lafı kısaltmaksa artık :)